29.6.11

İstanbul dan İngiltere'ye 2. Mektup

Bu kişisel bir mektuptur ama alıcı olmayan biri de okuyabilir, yine toplumsal saptamalarda bulundum çünkü. İstemiyorsan da atla, keyfin bilir

Simru,

Soruyorum, İngiltere'nin nemli havası bünyene nasıl yansıyor? Bunu sordum, çünkü İstanbul'un egzoz dumanı benim mantığımla resmen taşak geçiyor. Önceleri öksürüyordum, şimdi sigara dumanı gibi çekiyorum içime dumanı, eğer şanslıysam burnumdan verebiliyorum. Değilsem gözlerim yaşarıyor, ortam bulanıklaşıyor. Sonra bir fırt daha...
Gerçekten İstanbul çok güzel. Dört yapraklı yonca yuttum sanırım, hangi köprüden gidelim dersem o köprü boş, diğeri dolu oluyor. Sırf bu şanstan yararlanarak felaket para kazanabilirim gibime geliyor, sonra tümsek arabayı titretiyor, gözlerimi açıyorum. Onun dışında da güzel, spor yapıyorum, 3.00 de yatıp 7.00 de kahvaltıya kalkabiliyorum, daha güzeli kahvaltıdan sonra 11.00 e kadar uyuyabiliyorum. Sonra bazen dışarı çıkıyorum, takıyorum kulaklıkları gidiyorum bir ekmek, un alıp eve dönüyorum

Başka bir yerde olmak ne kadar anlamsız ve sıradan olabiliyor bazen değil mi? Sen İngiltere de n'aptın bilmiyorum ama ben İstanbul'da İzmir'dekinden farklı birşey yapmış değilim. Jon gelmiyor bu sene, yalnızım. Doğumu bekliyorum. Ev işi yapıyorum, uyuyorum, kitap okuyorum.

"Abi bu sene Bosna'daydık ya" diyen adam geliyor aklıma. Ulan daly.rak, 2 gün kalmışsın, o binaların halini görmeden, o şarabı tatmadan, Türkler'den nefret eden rehberden bunun nedenini dinlemeden, "Tilki" yi tanımadan 2 gün otel odasında kalıp gelmişsin, ne halt etmeye konuşuyorsun "Bosna ehe ehe" falan diye. Sen eve biraz geç gel, ben bu arada evinin kapısına Bosna yazayım, al aynı şey oldu. Yatağına da gül dökerim "romance" hesabı.

Kamoyuna en fazla mal olan, en çok uzatılan, tadı kaçmış sakıza dönen ama hala çöpe atılmayan şeylerden biri hepimizin bildiği "karpe diem" dir. Ölü Ozanlar Derneği'nde söylemişti bilgili öğretmen, "anı yaşayın". Mantıkta hata yok, felsefe çok güzel ama hayatlarımızın büyük bir kısmı -herkes üzerine alınmasın lütfen, çünkü pekala kırk yıla üç-dört ömür sığdırmış olabilirsiniz- geleceğe yüklenmekle geçiyor. Anı yaşaymış?Sen dedin ya iki dakika önce "yarın boşum o zaman bitiririm işimi", nasıl olacak bu işler? Yaşlanmasak farketmeyeceğiz bu gidişatı, yaşlananlar bunu genç kulaklarımıza yüzerce kere fısıldasalar bile. "Bak şimdi çalış pişman olursun sonra" bir insan için ne kadar anlamsızsa "hayat çabuk geçiyor, değerini bil" de bir o kadar anlamsızdır. Hatta anlamsızlığın babasıdır. Çünkü insanların canı sıkılıyor hayattan, saniyeler geçmek bilmiyor (zamanın geçiş hızı değişkendir, zaman yolculuğu kaçınılmazdır) bizler için, günleri teker teker sayıyoruz. Ve kafamızda bir video kamera olmadığı için yıllar sonra geçmişe bakıp "ne kadar çabuk geçti" diyoruz. Nah çabuk geçti. Her gereksiz saniyeyi hatırlıyor musun sen? Her yediğin haltı hatırlıyor musun, bundan beş yıl önce sıçarken gözünün iliştiği halının desenini hatırlıyor musun? (evet diyeniniz çıkacaktır eminim ama bu ufak bir örnekti, her detayı hatırlayamayacağınızı anlatmak içindi sadece) Beyinlerimizin %100 ünü kullanamıyoruz, haliyle olayların %100 ünü depolayamıyoruz. Hayat çabuk geçmiyor, geçmesi gerektiği gibi geçiyor (zamanın akış hızındaki değişiklikler esnek olduğu gibi çok da büyük farklılıklar yaratmaz). Kısa geçip geçmemesi senin algının merhametine kalmış.
Bir ömürü üç-dört ömür kalitesini yaşayan adamın hayatı uzunken bir ömürü ucu ucuna bir ömür kalitesinde yaşayan adamın hayatı nasıl kısa oluyor ve çabuk geçiyor o zaman? Basit, ömrünü dolu dolu yaşayan adam geçmişe baktığında çok şey görüyor, ama diğeri zaten boşlukları sildiği için ömür dediği şeyden bir düzine hatırayla mezun oluyor.

Mesaj vereyim dedim. Zaman azalıyor Simru, ekle o kızları facebooktan, messenger larını al. Bak o kadar dil döktüm. Hadi canım, hadi güzelim

Çok yüksek dozda sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buradan yorum yapabilirsin: