23.6.11

Genesis ile Hayatı Sorgulamak

İyi değilim sevgili okur. Çok kötüyüm hatta. Ben takıntılı bir adamım, sonum devri daimimin başlangıcı olmalıdır, yani başladığım yerde bitirmeliyimdir. Sırf bu sikindirik huyum yüzünden dışarılarda uyuyamam, rahat edemem. İşin daha da kötüsü, devri daimi başlatmak için uyumam gereklidir. Bu aşamaya geldiysem, kısır döngüyü kırmak için sızmayı deniyorum. (aylar önce yazdığım bu yazıyı şimdi tekrar okudum ve kendimi şunu eklemeye zorunlu hissediyorum ki, içki içerek sızmaktan bahsetmemiştim, yorgunluktan sızardım, saatlerce kitap okurdum mesela.)

İyi değilim dedim ya, bu sefer gerçekten iyi değilim. Benim gibi gamsız bir adam hayatı sorguluyorsa, birşeyler ters gidiyor demektir. Çünkü ben ortalıkta ördek gibi gezinen, ortama tavır yapsa da kendi içinde çok mutlu olan, aldatıldıktan sonra bile gülümseyebilen bir adamım. Benim hayatı ciddi ciddi sorgulamam, Saul Hudson'un timsah kostümüyle striptiz yapması kadar ekstrem bir durum. Bunlar nasıl başladı, ne olmuş olabilir diye düşündüm, bütün günüme bir kere daha göz attım. Sabah kalktım, kahvaltı ettim. Sonra uyudum tekrar, 12.30 gibi kalktım. Tekrar yemek yedim. Ayıptır söylemesi teyzemlerde kaldım bugün. Anneannem falan da oradaydı, teyzem de hamile olduğu için bana "hadi kalk anneanneni haydarpaşa garına bırakalım" dedi. Doğru ya, anneannem adapazarına dönecekti bugün. Neyse efendim giyindik falan çıktık yola. Yolda hafif tartışmalar dışında ekstra bir durum olmadı. Anneanne hanımı bıraktık gara. Dedik bi' kadiköy yapalım dolaşalım. İndik efendim dolaştık, sonra teyzem güneşten rahatsız oldu, atladık geldik eve. Oturdum, taktım walkmanı ve "Prodigy - Genesis" çalmaya başladı.

AHA! İşte buldum neden kötü olduğumu. Bilmeyen arkadaşlara kısaca anlatayım, duygusal şarkıdır, bünyeyi sarsar. Her zaman da dinlenmez zaten. Ama ben bir şarkıyı sevdim mi 50 kere dinlerim. Bakın bende şöyle bir etkisi oldu şarkının:

"Ben sokak köşelerinde pisliğim içinde yaşadım,
Ama sorgulamadım, istemedim temiz olmayı.
Bütün yüzleri sahte, yumrukları eroin katına taşıdım,
Hayat beni yarı yolda bıraktı, öğretti yavaşça susmayı"

Bakın, sokak çocuğu oldum, acıları sırtlamış adam oldum anında. Safi şekil olduğumun farkında bir insanım, çok da takmıyorum bu tür ergen davranışlarımı. Ama gece oldu, zaten koltukta uyuyorum, yiyiyorum belime soğuğu, iyice kötü oluyor içim.

Yukarıda da yazdığım gibi teyzem hamile. Bu hamilelik olayı çok boş zamanı olduğu için saçmasapan düşünen bana bir malzeme çıkarttı: devri daim. Doğuyorsun, büyüyorsun, ilkokul, lise falan derken şanslı ve diğerleri gibiysen üniversiteyi bitirip iş sahibi oluyorsun. Eğer benden daha şanslıysan, anlaşacağın bir hatun/adam buluyorsun kendine. Hayatlarınızı tek bir raya sokuyorsunuz. Sonra iş-düzen derken her akşam aynı balkonda sigara içiyor, aynı saatte karşı balkonda puzzle yapan adamı izliyorsunuz. Hayatınız gençliğinizdeki gibi hayallerde yüzerek geçmiyor. Çünkü hayatla o kadar iç içesin, o kadar tek başına savaşıyorsun ki, hayattan yediğin tokatlar, sana hayallerin büyük kısmının kafanda dönüp duracağını, gerçekleşmeyeceğini öğretiyor sana. Sonra çocuğun oluyor. O çocuk yepyeni bir hayata, hayalleriyle doğuyor. Bir leğen suda ellerini yüzdürüp bundan mutlu olabiliyor. Çok sevimli olduğundan sizi güldürüyor. Sıradan hayatlarınızı boşverip o küçük sevimli varlığın hayatını özel kılmaya çalışıyorsunuz. Sonra zaten o da büyüyor, her şey beklenen gibi olursa okuyor, meslek sahibi oluyor, farklı bir balkonda aynı şeyleri tekrarlıyor, çocuğu oluyor. Siz de bu arada ölmüş oluyorsunuz.

Sahi nedir mutlu olmak? Karamsar olmak gibi geçici bir duygudur bence. Zaten hayatınıza bir bakın, gününüzün çoğunu fazladan bir duygu hissetmeden yaşıyorsunuz, 2 saat mutlu oluyorsunuz, 5 dakika üzülüyorsunuz.İşte bu yüzden bunlar özel duygular.

Beyin hakkında daha çok şey öğrendikçe saygı duyduğum bir organ. Hatıralar acı vermesin diye senaryolar yazıyor, hayali insanlar gösteriyor. En güzel özelliği de, uyuyup uyandıktan sonra resetleniyor. Mutluluk, hüzün falan geçen gecede kalıyor. Yani o beyin, bu vücudu aynı enerjiyle kaldırıyor ayağa.

Dini bir örnek vermek istiyorum. Allah acı duygusunu dağlara veriyor, koskoca dağlar un ufak oluyorlar. Denizlere veriyor, taşıyorlar. İnsana veriyor, üzülüyorlar ama sonraki gün oynayabiliyor, gülebiliyorlar. Bu biraz ırkımıza uygun bir örnek oldu, zaten tam olarak emin değilim Kur'anı-ı Kerim de geçip geçmediğine. Tamamen bizim uydurduğumuz bir şey de olabilir. Neyse, bu birazcık ırkımıza uygun bir örnek oldu. Eyleme çıkıp, göbek atabiliyoruz sonuçta. İster pişkinlik, ister tezcanlılık deyin, bu protesto sırasında oynayabildiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Hayat da böyle güzel zaten, Kafka değiliz hiçbirimiz. (Kafka panpa sen alınma)

"Yanımda ol" nedir lan. Çaresizlik anında ağzımdan çok çıkmıştır bu cümle benim ağzımdan. Bundan 1 saat kadar önce arkadaşlarımdan biriyle konuştum, 30 dk konuştum, çaresizdi, bana güvendiği için açıldı. "Ama acı çekmek zorundasın" dedim ona, "önünde sonunda yalnız kalacak ve o acıyı çekeceksin." Bunu neden dedim? Çünkü ne kadar "iyiyim ben" desem de onunla konuşurken çok kötüydüm. Şu gerçeği farkettim, acıyı yalnızca sen çekiyorsun, böğründen koparıp arkadaşınla paylaşamıyorsun, o senin içinde yaşanıp bitiyor. Ne kadar güçlü, umursamazsan o kadar çabuk bitiyor acı. Şöyle düşünün: ilk iğnenizi vurulduğunuzda, yanınızda babanız olsa bile, size sıkıca sarılsa, "korkma ben buradayım" da dese o iğne size giriyor, o gerginlik sizde yaşanıyor. Hastayken de öyledir, insanlar sadece moral verirler sana, vücudun direnir hastalığa, en yakınındakiler değil.

Bir de şunu düşündüm bu gece: yaşadıkça yerin önce genişliyor, sonra tekrar daralıyor. Bebekliğinde odanda günlerini gamsızca geçirebiliyorsun, çocuk oluyor mutluluğunu ve eğlenceni mahallene taşıyorsun, ergenliğinde il sınırları, dışarı çıkma izinleri geliyor, genç oluyorsun, dünyayı dolaşacak imkanın varsa dolaşabiliyorsun. Sonra düzene giriyorsun, kendini o il e (tamam yurtdışına çıkanlar için demedim bunu ama paragrafın sonunda onları da bu kategoriye alabileceğimizi anlayacaksınız.) tekrar hapsediyorsun. Sonra bu mahalleyle sınırlı kalıyor, iyice yaşlanıyorsun, kendini odaya kadar çekiyorsun. Mizahi açıdan bakarsak, şanslıysanız boğularak falan ölüyorsunuz geniş geniş :)

İçimde bir korku da var sevgili okur, ne olacak çürüyen bedenlerimiz? Anılarımızla ayakta ne kadar kalabileceğiz? Sonuçta çoğumuz "Senin dedenin büyük babasıydı o" diye bir çocuğa tanıtılıp hiçbir şey ifade etmeyecek miyiz?

Bunca yıl geçti, geçiyor. İnsanın kafası, kurulu olduğu yıllarda çalışıyor. Zaten belli bir yaşından sonra kendini soyutlarsan, eskide kalıyorsun. 70 yaşında olup 1970 senesinde takılı kalabiliyorsun yani. Ne kadar çok geliştirirsen kendini, ne kadar çok araştırırsan, ne kadar çok çalıştırırsan o kafanı, yaşadığın çağda o kadar uzun süre kalabilirsin. Unutma, yolun sonunda "eski kafalı aksi yaşlı" da olabilirsin, "görmüş geçirmiş, bilgili ve çağdaş yaşlı" da.

Bu hayatta bir şeyler elde etmek için çalışıyoruz. Kendi adıma konuşayım, bundan 2 ay öncesine kadar çevre ve kız elde etmek için ter dökerdim, uzun uzun mesajlar yazardım, saçma sapan şiirler yazardım. Şimdi ise sadece duruyorum, bir şeyleri elde etmek için o kadar üzerine gitmiyorun insanların, ve işe bak, 2 ayda "aranan adam" oldum. Hepimiz öleceğiz diyebileceğimize göre, geçirdiğimiz iki dakika boş zaman yazıktır yani. Ben bunu çok yeni fark ettim. Ter dökmüyorum ufacık detaylar için. Zaten herkes kendi yoluna varıyor en sonunda, kimisi hayatı enlerde yaşıyor, kimisi hayatını bilime veriyor, kimisi ahiret hayatı için yoruluyor, kimisi intihar ediyor. Ben bu hayatta mutlu olmayı seçtim işin en başından, çocukken seçtim bunu. İyi olmayı, insanları mutlu etmeyi, dünyayı bir promil daha fazla mutlu etmeyi istedim hep. Hep uzlaşan taraf oldum. Şimdi de bundan şaştım demiyorum, sadece gereksiz sevimlilikler yapmıyorum. Tamam, bu kişiliğimi biraz değiştiriyor, her sabah reset kafayla kalkan ben iki üç sene önceki ben olmuyor belki ama dedim ya, hayat insanıyla beraber yoluna varıyor.

Daha fazla yazmak istemedim bu başlığın altında. Prodigy büyük usta, izinde çok yürünür, bana kapı açtı falan ama işin de bokunu çıkarmamak lazım. Düşün bakalım, ne için, nasıl yaşıyorsun? Bu "zaten öleceğim" düşüncesinin ve karamsarlığın ardından da mutlu olabiliyorsan, normal bir insansındır bizler gibi. Zaten çok mutlu olduğun anlar da oldu unutma, ölünce anılmayacağım diye de bir kaygın olmasın. Bende var, kursa yazıldım bırakıcam bu işleri...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buradan yorum yapabilirsin: