5.8.12

Sahipli Haikular


Bir hayatım var iken
Bir başkası yoksa
Elde hepsinin yarısı

Biz zamana kilitli
Rüyaların okşadığı
Kutsanmış iki süvari

Gözlerim en çok
Kendi yüzümde
Senin gözlerinden

Anlam kazandırmak
Bir yeni harf eklemeye
İki fani el yetersiz kalıyor

Boşlukta asılı kollarım
Sadakatse eğer mesele
Bir bel boşluğu var ise

Anlamsız gülüşüm
Senin anlamlı gülüşüne
Değince anlamlanıyor

Bir sen vardın
Bir de ben
Yalnızlık kapı dışarı

Kemiklerimi titreten
Sen ve sana olan
Ritmik kalp atışlarım

Bir gün beni bırakırsan
İşte o gün beni
Sakın bırakma

Söyleyeceklerim
Sırayla liste halinde
Seni seviyordum özetle

Milyon cümlelik saltanatım
Salt ben aşkına köleyken
Zırhlarını şevkle parlatır

4.8.12

Radyocu Kel


Bir kez bir zevke sahip oldun mu, bu zevk de seni kıskaçlarına alıp sıkmaya başladı mı, kendini tatmin etmek, doyuma ulaşmak için uyuz bir ite dönüşüyorsun. Neyse, olayı abartmadan anlatacağım. Benim derdim de radyo dinlemek, sürekli ama sürekli kafamda bir şeyler çalıyor, kafamı boşaltmak için de radyo dinliyorum. Klasik ergen hareketi olan müzik dinleyip içine kapanmak gibi olsa da, benim radyoyla ilişkim çok daha farklı.

Daha küçükken hap falan atardım ağzıma, rastgele haplar, genellikle ağrı kesiciler olurdu bunlar. Başlangıçta uyuşturucu fikrine karşı çıkmıştım fakat sonra babam benim "hayır istemiyorum" serzenişlerimi dinlemeden bana sabaha karşı uyuşturucu getiriyor, yatağımın yanı başına koyuyor, evden gidiyor veparasını da harçlığımdan kesiyordu. Babamı yalnızca sabah erken saatlerde ve bazen okul çıkışlarında görürdüm, hep bir yerlerde olurdu; annem ise bu konuda sesini çıkarmıyor, balkona gidip sigarasını içiyor ve ağlıyordu. Kadınları, özellikle de annemi hiç anlamıyorum, anlayamadım da. Okulumda kızıl saçlı bir kız vardı, sevimli, beyaz tenli mavi gözlü bir kızdı. Aslında sevimli diyemezdiniz, güzeldi ve bütün arkadaşlarımın beyninin en iç kıvrımlarında çıplak bir orospu gibi dans ederdi ve güzel şeyler söylerdi bu beyinlerin içinde. Fakat bunların hepsi yalandı, ilüzyondu çünkü o kız hiçbir arkadaşımın seks kölesi olmayacaktı, hatta büyük ihtimalle hayatı boyunca çoğuyla bir kere bile ilişkiye girmeyecekti. Benim anlamadığım şey ise vermeyeceği erkekleri etkilemek için neden kokular süründüğü, eteğini kısalttığı ve cilve yaptığıydı. Hiç bir anlam veremiyordum buna. O turuncu kafalı küçük orospu gerçekten bir parça bile umrumda değildi, bazen bana bakardı, gülümserdi, ben ise hiçbir tepki vermez, bomboş bakışlarla cevap verir ve sonra sıramda ezmiş olduğum ağrı kesicilerime geri dönerdim. Birkaç kez ben kantine pipet almaya gittiğimde yanıma geldi, gülümsedi ve her zaman yaptığı gibi başını geriye atıp dudaklarını büzdü. İçimde birşeyler hareketlenmiyordu, aksine bütün tadımı kaçırıyordu bu durum. Karşılık vermediğimi gördükçe suratını asarak gidiyordu ve bir sonraki gelişinde daha da yakınlaşıyordu bana. Sonra yavaşça koluma girmeye başladı, bana sarıldı, kafamı kendisine bakmam için çevirdi. Beni öptü, önce yanağımdan, tepki vermediğimi görünce de dudağımdan. Dirseğimi boynuna koyup onu ittirdim, dışarısı serindi ve benim kantinden almam gereken bir pipet vardı.

Sonra bir gün yanıma gelmişti, çok iyi hatırlıyorum, babamın bana uyuşturucu satmaya başlamasından çok sonraki bir salı günüydü. Güneşli, temiz bir salı sabahıydı ve ben arka ortadaki sıramda yalnızdım. Cebimdeki metal kutuyla oynuyor, ifadesizce boş sınıfa bakıyordum. Sonra kapının önünde turuncu bir kafa belirdi, incecik kaşlarını çatmış hızla benim sırama geliyordu. Hava gerçekten güzeldi ve yanıma oturdu, nefes nefeseydi. Neden nefes nefese olduğunu bilmiyordum, sanırım koşmuştu ya da başka bir şey. Adımı söyledi bakmadım. Kolumu cimcirdi, küçük bir çığlık atıp kafamı çevirmeden küfrettim. Sonra daha önce de yaptığı hadsizliği yaptı: sağ elini çeneme koydu ve yüzümü kendi aptal yüzüne çevirdi. Midemde bir şeyler hareket ediyordu ama mide asidi gibi değil, geceden kalma yağlardı, midemi yakarak hareket ediyorlardı. Dudağını ısırıyordu kız, benim ise suratım sınıftaki saksı kadar ifadesizdi. Sonra saçma bir çığlık attı, "eeeeh" gibi bir şeydi yanlış hatırlamıyorsam, sonra daha da saçma bir soru sordu: "Beni istemiyor musun?" Hafifçe gülümseyip kafamı olması gereken yere, diğer köşeye çevirdim. Saçımı çekti, ki bu beni çok sinirlendirdi, bu küçük beyinsizin bunu yapmaya hakkı yoktu. Ona istediğini verecektim. Cebimdeki metal kutuyu çıkarttım ve içindeki küçük sakızları sıraya döktüm, "Nane Patlaması Ferahlığı" gibi siktiriboktan bir ismi vardı fakat sakız gibi değil, küçük haplar gibilerdi. Yumruğumla altı tanesini ezip toz haline getirdim, cebimdeki ayran pipetini çıkarıp kıza uzattım ve "Çek bir fırt o halde" dedim. Kız bana anlamaz gözlerle baktı, ben de onun kafasını tutup sertçe sıraya vurdum, sonra tekrarladım: "Çek bir fırt o halde."

Kız naneli sakız parçacıklarını doğrudan burnundan çekti ve 'hınk' diye bir ses çıkardı, sonra gözleri yaşardı ve öksürdü. Bana seksi görünmeye çalışarak baktı, ben onun bu haline güldüm ve devam etmesini söyledim. Sıradaki bütün nane patlaması şeylerini beynine çekti, gözleri kıpkırmızı olmuştu. Sınıfın penceresinden hafif bir rüzgar esti ve ben titredim. Hava gerçekten güzeldi. Kızı saçlarından tutup tuvalete götürdüm, kapıyı iki kez kilitledim. Üzerindeki sevimsiz okul kıyafetlerini, eteğini her şeyini çıkarttım ve yalnızca egosunu tatmin etmek için bana yaptığı onca muameleden utandırdım onu. Ağlayana kadar bırakmadım, en sonunda ağlıyordu, gözleri kocaman şişmişti ve sessiz sessiz ağlıyordu. Bir tokat attım ve gitmesini söyledim, yavaş yavaş giyindi ve gitmeye hazırlandı. Tam gideceği sırada seslendim ve ödül olarak ona altı tane daha küçük nane patlaması hapçıklarından verdim, gülümseyerek onun kazançlı çıktığını söyledim.

O günün gecesi o naneli sakızlardan ben de denedim, gün boyunca yanıma sürekli birileri gelip bir sürü soru sorduğundan eve gidene kadar küçük atom bombalarının tadına bakamadım. Eve gider gitmez de kapımı kapadım ve çalışma masamda naneli sakız etkisini tecrübe ettim, yalnız benim bünyem o küçük yavrucak kadar zayıf olmadığından altı tane değil, onbeş tanesini ufalayıp çektim burnumdan. Acıyla öksürdüm ve ilk defa böyle bir şeyi sevmediğimi anladım, bunları sakız olarak satmaları bile bir suç olabilirdi. Yüzümü yıkadım ve masamın üzerini temizledim, iki bardak da su içtim. Kendime gelmiştim.

Yatağımda uzanıyordum. Tavanı izlerken çok da uzaktan olmayan bir takım sesler duydum, biri konuşuyordu, büyülü bir ahestelikle bir şeyler anlatıyordu, arkada da hafif bir müzik vardı. Annem ile evde yalnızdık, demek ki bu sesin sahibi annem olmalıydı, fakat annemin bu kadar güzel bir erkek sesi çıkarma olasılığı çok azdı, başka bir kaynaktan geliyordu ses. Kapımı hızla açıp annemin yanına gittim ve "Bu güzel sesler nereden geliyor?" dedim. Annemi tanıyamadım, mutlu bir yüzü vardı ve uzun zamandır gözlerinin içine bakmamıştım, şimdi bakıyordum çünkü durum acildi, acilen o sesi bulmalıydım. Annem oturduğu yerden ayağa kalktı ve bana sarılmak istedi, bunu kabul ettim ve ben de sarıldım. Sonra sıkıldım ve annemi nazikçe ittirip sesin kaynağını sordum, bana radyoyu gösterdi. Beynim hala acıyordu, bu sesin radyodan geldiğini ayırt edememiş olamazdım ama evet, bu seslerin kaynağı radyoydu. Hayatımda neredeyse hiç radyo dinlememiştim çünkü dinlemeye değer bulmamıştım, çok sıradan ve sevimsiz şarkılar vardı. Zaten şarkı da dinlemezdim ama bu sefer bambaşkaydı. Radyoyu alıp hızla odama gittim ve kapımı kapattım.

Bir adam konuşuyordu. Beni çeken şey sadece söyledikleri değildi, arkadaki müzik de değildi. Beni asıl çeken şey, bu sesi tanıyor oluşumdu. Bu sesi bir yerden tanıyordum ben, bu ses, bildiğim ama asla gerçek yüzünü tanıyamadığım bir sesti. Bildiğim ama benim kulaklarıma daha önce hiç bu kadar güzel şeyler söylememiş bir sesti. Ben de hayatımda daha önce hiç sahip olmadığım bir tutkuyla bu sesi dinledim, göğsümün üzerine yatmış, radyoya bakıyor ve bir gay gibi ayaklarımı sallıyordum yukar aşağı. Mutluydum, beynimi kimyasallarla doldurmama kararı aldığım an aynı anda bu sesle doldurma kararı almıştım, bu ses benim yeni bağımlılığım olabilirdi.

Sonraki sabah okula gittim ve turuncu kafalı aptalı yanağından öptüm, omuzlarından tutup tıpkı o adamın söylediği şefkatle onun sözlerini söyledim: "Bu son, bir kez daha varolmayacağız, şüphesiz ki defalarca yaşama şansı tanınmıştır bize."

Her akşam, o adamı dinledim. Her akşam kafamda hiç bilmediğim ama tükettiğim yaşamlar belirdi, geçmişimi ve taşaklarımda akan kanı duyumsadım. Her akşamın sabahında daha çok annemin istediği çocuk oluyordum, annemle konuşuyordum, bana daha iyi olduğumu söylüyor ve beni öpüyordu, işin garibi ben de bunu doğal karşılıyor hatta tamamen kendi isteğimle annemi öpüyordum. Bazen okul çıkışlarında babamı görüyordum ve selam veriyordum, o ise görmezden geliyordu. Piç. Hayatımı değiştiren ses bana iyi olmamı, insanlara kin tutmamamı söylediğinden babama kızamıyordum, benim hayatımda artık kimyasallar yoktu, o ses vardı.

O sesin sahibi radyocu kel olmalıydı.

Bir perşembe sabahı, radyo dinlemeye başladıktan yaklaşık bir ay kadar sonra, Aslı -cezalandırdığım turuncu kafalı kız- yanıma oturdu ve nasıl olduğumu sordu. İyi olduğumu söyledim, artık aramızdaki ilişki düzelmişti, bazen yanına gidip o kel adamın güzel sözlerini söylerdim ona, o da gülümserdi. Sonra elindeki küçük aleti bana uzattı. Ne olduğunu sordum, rahatça radyo dinleyebilmem için olduğunu söyledi. Radyo dinlediğimi nereden biliyordu? Yoksa o adamı o da dinliyor, sözlerini benden duyunca o yüzden mi mutlu oluyordu? Sanırım bu kızı sevmeye başlamıştım.

Akşam eve döndüğümde ev boş gibiydi. İki kere anneme seslendim, ses yoktu. Doğruca lavaboya gidip ellerimi, yüzümü yıkadım, aynadaki ben fena görünmüyordu, sağlıklıydı. Sonra mutfağa gittim, annem biraz dolma bırakmıştı. Oraya oturup aceleyle dolmalarımı yedim, çünkü okuldan etkinlik bok püsürü yüzünden geç çıkmıştım ve o kelin konuşmaya başlamasına çok zaman kalmamıştı. Dolmayı bitirdim ve cebimden kulaklıkla beraber küçük radyoçaları çıkarttım. Elimdeki şey küçüktü fakat yeşildi, parlıyordu. Aslı'ya karşı içimde garip bir sevgi hissettim, haksızlık etmiştim, çok güzel bir kokusu vardı aslında. Parfüm de olsa güzeldi. Dolmanın geri kalanını dolaba koydum ve masayı topladım. Ellerimin hala pis olmasına aldırmıyordum.

Tam o anda kapı çalındı. Daha doğrusu çalınmış fakat ben duymamışım, sonra kapı kırıldı ve içeri Selami Bey girdi. Selami Bey yöneticimizdi, en büyük hobisi de bütün apartmanı büyük adımlarla adımlamaktı. Kan ter içindeydi, bir şeyler söylemek istediği belliydi. Selami Bey o an bir yöneticiden çok yaşlı bir ibneye benziyordu, sonra bu benzetmeme güldüm, çünkü Selami Bey gerçekten de yaşlı bir ibneydi. Evime neden böyle girdiğini sordum ve bana elimdeki küçük parlak aleti çalıştırmamam gerektiğini söyledi. Sinirlendim, inadım tutmuştu, radyoyu normal radyodan dinlememi söyledi fakat ben "Hayır," dedim, "bunu bana 45 kiloluk güzel kokan bir şey verdi ve ben bundan dinleyeceğim."

Yaşlı ibne üzerime doğru koşturdu, kaçmaya çalıştım. Tam mutfaktan çıkacakken enseme bir yumruk geçirdi ve yere düştüm, düştüğüm yerden de salondaki saati gördüm, sadece üç dakika kalmıştı programın başlamasına. Sinirlendim ve ayağa kalktım, bir tane de ben yumruk geçirdim. Mutfağın diğer köşesine geçip elime bardaklar aldım ve Selami Gay'e atmaya başladım. Atarken "HIAAAA" diyordum, çok gaza gelmiştim. Sonra bir tanesi kafasına geldi ve yere düştü. Ölmemişti fakat inliyordu. Tam zamanıydı, yerime oturdum ve küçük aletin kulaklıklarını taktım. Ses gelmiyordu. Selami Bey bana "yapma oğlum, lütfen yapma" dedi. Ben sesi yavaşça açmaya başladım. Evet, o adam konuşuyordu, bütün bir ayımı anlamlı kılan, tanıdık o sesiyle o adam konuşuyordu. Sesi açma düğmesine parmağımı bastırdım, ses yavaş yavaş açıldı. Artık daha da anlaşılırdı, sonunda tamamen anlaşılır hale gelmişti. Fakat işin garip tarafı, makinenin bir ses sınırı yoktu, sonsuza kadar açabilirdim. Ses yükseldikçe ben de bu sesi tanımaya o kadar yaklaşıyordum. Kulaklarım ağrımaya başlamıştı.

"...hayatta pis şeyler ölümsüzdür, insanlar da ruhları özgür kalsın diye birer vicdana sahiptirler, bütün pisliği temizleyip ölmeyi ister insanoğlu..."

Bu sesi tanıyordum.

Kulaklarımdan kan geliyordu. Biraz daha açacaktım. Birazcık daha sese ihtiyacım vardı.

Sonra beynimde bir şeyin çatladığını hissettim, kulaklarım patlamadan ve işitme duyumu tamamen kaybetmeden bir salise önce sesin sahibini tanımıştım: Bu ses babamın sesiydi.

...ve haklıydım, radyocu adam gerçekten de keldi...