26.11.11

Morcivert

Dünyadan korkan bir çocuk,
Dünyayı kocaman gören,
Anlamış yanıldığını,
İki insana tek bir duygu düştüğünü,
Ansızın fark ettiğinde.

25.11.11

My Dearest

Sonbaharın en sevdiğim mevsim olduğunu söylemiştim. İşte Kasım da bu mevsimin en sevdiğim ayı. Zaten hayatımda ne zaman "aha işte şimdi tam sırası," ya da ne bileyim efendim "şu şartlar oluşsun nasıl güzel yaparım o işi," dediğim dönemler gelse tırnak ucuma kadar vücudumdaki hiçbir nokta harekete geçesi gelmiyor. Kıpırdamak bile istemiyorlar. Onu da bıraktım tırnak uçları kadar işlevsiz ve s.kindirik noktalara bile söz geçiremiyorum. Neyse, geçirir gibi oldum ve sonunda klavyenin başına oturdum.

Boş vermeyi bilmeyen biriyim ben. Çok soru sorarım, ama soru sormayı sevdiğimden değil, zaten istemsiz sorarım soruların çoğunu. Bazen beynim bir pelte olup boğazımdan aşağı döküyor ben biriyle konuşurken. İşte bu olduğunda, gözlerimin baktığı yer bulanıklaşıyor, tamamen robotlaşıyorum, robotlaştığımda da sorular soruyorum.

Hiç hayatın iyi kurgulanmış bir film ya da oyun olduğunu düşündünüz mü? Ben düşünmedim, ama son zamanlarda rayına girdiğim düzenli yaşam bana aynen bu tadı veriyor. Yani artık öyle bir pozisyondayım ki, hayattaki mantık hatalarını ayıklar oldum, klişeleri tahmin eder oldum. Hani ailece izlenen dizilere yorum yapan bir medyum anne vardır ya; işte o oldum gibi hissediyorum. Aslında bir bok olduğum yok henüz ama kendimi bir bok zannetmeye başladım, ki bu da bir bok olmanın yarısıdır.

Etrafımdaki insanların söyleyecekleri şeyleri tahmin etmeye başladım mesela. İzlediğin bir filmin ezberlediğin sahnesi gibi, tek kelime şaşırmadan içimden söylüyorum cümleyi, ve karşımdaki iki gündür aynı kıyafeti giyen, uykulu, düzgün saçlı fakat baygın bakışlı hatun da aynı cümleyi söylüyor. Bunlar olurken de beynim boğazımdan aşağı akıyor işte.

Zindan gibi lan her gün aynı Allah'ın cezası yolu gidip gelmek.

Hayal kurmak güzel şeydir. Dikkat edin, insanlar gelecek günün hayalini kurar önce. Sonra bu gün gelir, ve o mükemmel şey olur-biter veya sıradanlaşır. Sonra eski günlerin hayalini kurar. Aradan biraz daha zaman geçtiğinde geleceğin hayalini kurdukları günlerin de özlemini çeker, orada olduklarının hayalini kurarlar. Neden? Çünkü hiç kimse kendi hayal dünyasında kendini sorumluluk altına sokmaz. Çünkü kimseyi hayalleri rahatsız etmez. Çünkü hayaller, bizi sıkan şeylerden kurtarmasalar bile, bir süreliğine saklarlar.

"Günü kurtarmak," lafını çok önceden duymuştum. Ama bu lafı her seferinde orta yaşlı bir öğretmenden duyduğum gibi anımsarım: "Günü kurtaran gerizekalılar." Hakikaten de öyle, günü kurtaran bir gerizekalıyım ben. Kurtardığım gün de son anda kurtarıldığı için, hep bir öncekine benziyor. Kurtardığım bunca günden birinde bu kadındaki mantık hatasını bulacağıma inanıyorum.

Hava soğuk. Ben üşüyorum, burnum üşüyor, parmaklarım üşüyor... Karşıyaka deseniz rüzgarlı, sahilde dalgalar iskele taşlarıyla sevişiyor. Herkes kendi halinde burada. Çarşı'da herkes sağdan yürüyor, birbirlerinin konuştuklarını duyuyor, ama dinlemiyorlar. Ben de dinlemiyorum, mp3'ümdeki ezbere bildiğim şarkıları dinliyorum. Sonra metroya biniyor, öldürmüş olduğum zamanı ise gömmüyor, oracıkta bırakıp evime dönüyorum.

Beni rahatsız eden şey de bu "monotonlar" listesine yazı yazmama eyleminin girecek olmasıydı. Belki de girmiştir, belki de sadece sınavlar derken uğraşamıyorumdur. Diyorum ya, boş veremiyorum hiçbir şeyi. Bunu da vermedim. Bir aylık bir aradan sonra merhaba.

Not=Bu arada bu yazıyı yazarken yan sekmede açtığım şarkıyı 9 kere falan yeniden başlattım. Gerçekten de hep aynı be ehe mehe.

Dipnot=Uzun bir aradan sonra hoşçakalın.