30.10.12

Yanlış

Merhaba baba.

Sen 'böyle olmuyor, yazarak anlatacağım bir şeyleri' dediğimde, bu söylediğim şeyi kendinle ve annemle ilişkilendirip sinirlendin, bütün meselenin saçma cümleler kurmadan, ben lafımı bitirene kadar bana herhangi bir cevap vermeyeceğine emin olarak her şeyi tek tek anlatabileceğim tek yolun yazmak olduğunu anlamadın. Yazarak anlatacağım bunu.

Sen ve annem, siz bana sevmeyi öğrettiniz. Dünyadaki bütün yaratıkları sevmeyi, sizi sevmeyi. Nefreti öğretmediniz, kini öğretmediniz. Her insan kadar kinci biriydim ben de, siz içimde filizlenebilecek sadisti çok küçük yaşta durdurdunuz, kestiniz kafasını. Bana sahip olduğum bir sürü güzel özelliği siz aşıladınız; kitap okumak, insanları sevmek, doğayı sevmek, saygı duymak... Yazı yazmam dışında neredeyse her alışkanlığımı sizden aldım. Yazı yazmamı kimse durduramaz, ben bile durduramıyorum. Küçükken bir sürü çocuğun sahip olduğu angarya eşyayı almamı istemediniz mesela, benim hiç iğrenç bir spiderman kostümüm, uçan balonum olmadı. Gereksizdi çünkü bunlar, haklısınız. Teşekkür ediyorum, geri dönüp baktığımda utandığım çok az şey bırakmışsınız arkamda.

Siz zeki insanlarsınız, sen de annem de. Bu yüzden bazı şeyleri anlatamıyorum sizlere, katiyen kabul etmiyorsunuz. Şu anda bunları okurken de tıpkı beni dinlerken olduğu gibi ellerini bağladın ve baştan aşağı haksız olduğumu düşünüyorsun. Anlattıklarımı katiyen kabul etmediğini katiyen kabul etmiyorsun ve şu anki tavrını değiştirmezsen katiyen kabul etmemeye devam edeceksin. Önce sözlerime kulak ver, burada edebiyat yapmıyorum, bir mektup yazıyorum. El yazımı sevmiyorum, o yüzden buraya, bloga koymak istedim. Merak etme, kimse kimseyi suçlamıyor, ben de seni suçlamıyorum, bu yazıyı okuyan başka insanlar da suçlamayacak. Yalnızca şunu bil, ben sana ne hissediyorsam bunu söyleyeceğim ve sen de bana olmamı öğütlediğin adamsan eğer, bu söylediklerimi ön yargısız dinleyeceksin.

Bana kaç kere ukala dediler, kaç kişi ukala dedi saymadım. Ukala değilim demiyorum, kesinlikle öyleyimdir. Keşke öğrettiğiniz şey olsaydınız baba, keşke. Keşke beni ukalalıkla, haksızlıkla, bencillikle ve yalancılıkla suçlarken kulak vermeyi deneseydiniz. Sen, baba, keşke beni seni dinlememekle suçlamayı bir kenara bırakıp beni dinleseydin. Senin ve annemin karşısında laf anlatırken ne kadar kelimelerin birbirine girdiğini görseydin. Kusura bakma, görüyorsun bunu. Göremediğin şey nedeni. Ben sen değilim baba, ben siz değilim. Sizin kadar cesur değilim belki fakat bunun cesaretle alakası yok. Böyle anlatırım ben derdimi, direkt anlatamam, çünkü topamaya çalışırım söyleyeceklerimi. Konudan konuya atlarım, isteyerek yapmam bunu. Bana -her ne kadar inkar etseler de- kafadan yalan söylüyormuşum ve haksızmışım, lafı geveliyormuşum gözüyle bakan iki insanın karşısında lafı geveliyorum baba, istemeden oluyor bu. Birbirine giriyor cümleler, o kadar sinirleniyorum ki derdimi anlatamayınca, saçma sapan cümleler dökülüyor ağzımdan -konuyla hiçbir alakası olmayan, sadece sinirimin eseri olan. Bunlar hakaret olmuyor baba, yanlış önermeler oluyor bunlar. Sen de bu yanlış önermeyi kuyruğundan tutup bana saldırıyorsun baba. Bu öyle bir kısır döngü ki, hiçbir zaman seninle 'daha açık' konuşamıyorum baba. Hep suçluyor gözlerin, çok kötü, çok yorgun bakıyorlar. Seninle konuşurken rahat hissetmiyorum, uzun zamandır hissetmedim de. Sana bu kadar şey yazıyorum, bilmiyorum ne kadar anlıyorsun beni.

Yaşıtlarımdan daha olgun olmam için elinizden geleni yaptınız. Aslında yaşıtlarımla bir kıyaslama derdinde miydiniz bilmiyorum - ki sanmıyorum da - ama sonuç olarak olan şey tam olarak bu. Benim kendimi kontrol etmem, kendimi korumam için verebileceğiniz her şeyi verdiniz sanırım, ama baba, dört duvar arasında kendimi korumam gereken hiçbir şey yok. Her şeye izin verdiğinizi söylüyorsunuz. Evet, makul olan her şeye, sizin lügatınızda. Kendimin elde edemediği çok şey var: izinleriniz. Gittiğim ve size 'izin vermiyorsunuz' dediğimde bana sürekli cevap olarak gösterdiğiniz her yere, siz de istediğiniz için gittim. Hiç bilmediğiniz bir yere gitmedim, belli bir saatten sonra belli bir şekilde kesinlikle sosyalleşemedim. Ah, hayır, anlamıyorsun neye yakındığımı, burun kıvırıyorsun. Benim yakındığım şey, korumaya çalışırken ne kadar gereksiz, ne kadar saçma halt varsa hepsine özendirmen oldu baba, hepsine, teker teker hem de. Yaşıtım olan insanların dörtte üçünün rahatlıkla yaptığı bir sürü şeyi yapamadım, sizce makul olmayan. Hani daha olgundum baba, hani bakardım kendi başımın çaresine? Pekalâ ölmezdim baba, yalnızca öğrenirdim. Henüz arkadaşlarım ölmedi benim baba.

Siz bana neyi gösterirseniz gösterin, neyi söylerseniz söyleyin, ben yine hatalarımı yapacağım. İkinize inat o duvara ben de çarpacağım. Bende kendi gençliğini mi görüyorsun, ondan mı izin vermiyorsun baba bana? Düzeltmek istediğin ne varsa hayatında, gençliğinde bunun yansıması ben miyim? İyice ezik bir insan oldum senin yüzünden baba. Bana seni sevmekten başka bir şey öğretmedin, sana kızamadım, kızamadıkça kendi içimde kendimi yedim. Özgürüm ben baba, yaşımın getirdiğince özgürüm. Bilgili bir adamsın sen baba, zekisin, beni tanıyorsun, ama biraz farklı tanıyorsun. Önce benim sırtıma tek tek vurduğun yaftaları çıkart. Önce bencili al, sonra yalancıyı. Onlar olmadan bana bakmayı öğren.

Seninle konuşurken neden ellerimi sıktığımı, dizimi titrettiğimi, yüzüne bakmadığımı soruyorsun baba. Ben dayanamıyorum baba, bağıramıyorum, çağıramayorum, kapıda sen öyle dikilirken odadan çıkıp gidemiyorum baba. Sürekli bağıran bir adam oldun, ben de sürekli derdimi anlatamayıp sinirlenen. Ben sinirlendiğimde bırakıp giderim baba, kendimi dışarıda yerim, kimse üzülmesin diye. Bana bağırmak ve "ben ölsem sana iyi bir roman konusu çıkar, o kadar" demektense neden bütün kemiklerim kırılana, ben kör olana kadar dövmüyorsun beni baba? Sen de rahatlarsın, ben de.

Benim de planlarım var baba. Sizin gölgeniz beni kapatmıyor artık, senin kadar benim boyun da, biliyorsun. Ben de ailenin bir ferdiysem, planlarınızdan haberdar olmamamın bahanesi benim yanınıza gelmiyor olmam olamaz, pekala sofrada, başka yerlerde bunu bana söyleyebilirsiniz, kaldı ki bu durumu buraya çeken benim kadar sensin de baba. Beni anlamaya çalıştın ama beyninin en arkasında bir şey asla anlamadı beni baba, çünkü annemde de, bende de var olan o ön yargı, 'bu konuşuyor ama benim bildiğim doğru' tabakası sende de var. Keşke bunun zıttını öğretebilseydiniz baba, öğretmeye çalıştığınız şey olabilseydik hep beraber. Önce sizler.

Şimdi düşünüyorum da; hep sahip olmak istediğim kız çocuğunu aslında bütün dünyaya değil, sizlere tepki olarak yetiştirmeyi planlamışım. Her yerde sevgiyle bahsettiğim sen gibi bir baba olmamayı istemişim ben baba, çoğu konuda.

Beni serbest bırakın baba, bırakın da kendim göreyim her şeyi tek tek. Ben nasıl bir şeyi yanlış yaptığımda inatla üzerinde duruyorsanız, ben de inatla direteceğim bu hakları kazanmak için, getirisi ne olursa olsun. Vereceğin her cezaya razıyım baba, fakat aynı hızla direteceğim ben de; ve bana kulak verirsen, karşında bir türlü toparlayamadığım cümlelerimi gerçekten dinlersen, isteklerimin aşırı veya saçma olmadığını göreceksin. Ben yalnızca, yarattığınızdan başka bir dünya istedim baba, kendi dünyamı istedim. Hâlâ da istiyorum. Alacağım da.

29.10.12

Kes

Beynim bana oyunlar oynuyor, bu sefer de sensin milyonlarca düşüncemi yüklediğim yüz. Bir önceki yüze hiç benzemiyorsun, pek bir numaran yok gibi. Çok ilginç, her yerde aklıma geliyorsun, bazen aynaya bakınca seni görüyorum, dokunsam ıslanacak gibisin. Hiçbir zaman sevgilimin yüzü yansımadı karşı tarafta. Sevgilim karşımdaydı, adımı söylüyordu, bana gülümsüyordu, konuşuyorduk, mesaj atıyordum, o bana mesaj atıyordu. Hiç gerçek anlamda konuşmadığım, merak ettiğim insanların yüzleri oluveriyor bir anda benim yüzüm, benim hareketlerim. Erkekleri merak etmiyorum, hep kızlar oluyor merak ettiklerim. Sen dahil bütün bu gizem kendime yönelik bir oyun gibi, senden ve öncekilerden asla 'gerçek siz'den alamayacağım yanıtlar alıyorum, asla olamayacağınız kadar şahane yaratıklarsınız kafamda. Kendi kurguma hayranım ben, sizi kafamda pişirip yeni senaryolarda oynatıyorum. Rollerinizin uzunluğu ise benim yalnızlığımla doğru orantılı. Delirmiş olamam, bu anlattıklarımın hepsi doğru.

Çok ilginç saçların var, çok değişiyorlar. Saçlarının doğal hali neye benziyor merak ediyorum, boka batmamış, şampuan kokan, boyasız olan saçların. Kırmızı kafalı olma sakın, kırmızı kafa başka yerin konusu.

Bugün metroda öğrenciliğin dibine vururken aklıma geldi yüzün, sonra gülümsedim. Hemen dibimde metronun tavanındaki direğe tutunan amca vardı, kekremsi kokusu burnumu sikip atıyordu, iğrenç insan kokusu. Güzel insanlar da iğrenç kokarlar, bunu gittiğim biber fabrikasıvari yerde gördüm, emin olabilirsin. Bazen güzel insanlar çok çirkin kokarlar, ağızları kokar bu çirkin insanların, midelerinin özünün kokusunu alırsın. Çünkü açtırlar. Sahi, ne yapıyorsun bu kadar parayı? Herkesin ağzı kokabilir, her sabah midemizde yanan yağlar felaket koku yapar. Senin paranı isterdim biliyor musun, korkusuzca yazabilmek, senin kadar rahat olmak. Mesela sözel gibi sikindirik bir şey okuyup bütün hayatımı yazmaya yönlendirmek isterdim. Şimdi çok geç olmayan bir saatte, milyon tane iğrenç işin arasında, garip, kurgusu olmayan, gerçek gibi bir şey yazıyorum. Sen ise oradasın.

Bana çok uzaksın, seni sokakta görmek gibi bir ihtimalim yok. Zaten hayal gücümün oyuncu kadrosuna kattığım hiçbir isim, hiçbir yüz bana yakın, tesadüfen de olsa ulaşılabilir olmadı. İroniktir, ne zaman tek başıma dolaşmaya çıksam, ne zaman sessiz olsa ortalık, hiç karşılaşamayacağıma emin olduğum hatunlarla karşılaştığımı düşünürüm ve bu benim genzimi yakar, sonra gülerim bu duruma. Sanırım kendimle konuşamama yardımcı olduğum maskelersiniz sizler, çünkü sizle her seferinde karşılaştım, asla aşık olmadım ya da intikam alırcasına sikmedim sizi, yalnızca konuştum. Doğru olamayacak kadar saçma.

Sesini bilmiyorum. Bu yeni işte, çünkü diğer hatunların hepsi sesleriyle kayıtlı. Senin de seks kaydını alabilmeyi isterdim, izleyip kahkaha atabilmek için, suratındaki, o dudak büzüşündeki emin ifadenin nasıl anlamsızca hayvanlaştığını görmek için tekrar tekar geri sarardım kaydı. Sen nasıl bir şeysin?

Şimdiye kadar hiç düşünmedim ama şimdi seni öpmeyi istedim, kokunla tadını aynı anda alabilmek için. Bana gerçek olduğunu kanıtlaman için, üstelik benden haberin bile yokken. Bu sıradan bir yakarış değil, sorunları olan bir adamın kendisinin 'vajinalı' versiyonuyla konuşmasından ibaret. Adam vajinalıyı öperse vajinalı amlıya dönüşür ve masal bozulur, adam da deli olmadığını kanıtlamış olur.

Tahmin ettiğim kadar bile zeki olmadığına eminim, kafamda yarattığım kadar 'unique' olmadığına da. Biz insanlar olarak abartmayı severiz, abartır ve abarttığımız şeylere aşık oluruz, sonra yan yana yatıp sabahı beraber kalkmak için can atarız ve gözlerimiz kıpkırmızı olur. Sen o kadar değilsin, sen yalnızca elinde bir sürü imkan olan ve benim dışımda kimsenin işine yaramayan, bu eksikliğini de taşağa ve 'umrumda değilsiniz'e vuran bir kızsın. Boyun çok ideal, fakat dokunmadan vücudun hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğim.

Merak ediyorum, külot giymeden çok geniş şort giydin mi hiç?

14.10.12

Atlet Terini Alır

Parıltılı bir geceydi. Yüzlerce insan adımı haykırıyordu. "İşte oldu!," diyorlardı, "Halil yarışı kazandı!". Son 30 metreyi nasıl koştum bilmiyorum, bildiğim tek şey bacaklarımın kanla dolduğu ve o anda NEREDEYSE uçuyor olduğumdu. Öylesine kasılmışlardı ki, her kalp atışımda bütün vücudum titriyordu. Parmak uçlarımda koşmuştum son 30 metreyi. Bir şey söyleyeyim mi, gerçekten de şahane bir uçuştu, vücudum kalbimin atışıyla her titrediğinde iki saliseliğine de olsa ayaklarım yerden kesiliyordu. Yarış bittiğinde ise bağırıyordum, EN BÜYÜK BENDİM.

Daha önce konuştuğumuz gibi Nermin beni dışarıda bekliyordu. Ben de kel kafamı üşütmemek için hemen arabaya atladım, çantamı ayaklarımın dibine koydum. Nermin hoş kadındı, benden yedi yaş büyük olsa da güzel bir yüzü ve güzel bacakları vardı, üstelik arabası vardı. Koşu dışında sürdüğüm sefil hayatında kıçımı toplayan bir kadındı Nermin, çok da güzel yemek yapardı üstelik. Arabaya girer girmez klimayı kapadı ve bana gülümseyip çok iyi olduğumu söyledi. Bunu ben de biliyordum.

Arabasını deniz kenarında bir yere çekti. Hızla arabadan inip onun kapısını açma inceliğini gösterdim; sportif olmamın yanında böyle centilmen de bir insandım. Sonra elimi uzattım ve Nermin'in narin elini tuttum. Onu arabadan yavaşça çekip çıkarmadan önce elini bir beyefendi gibi öptüm. O ise bundan düpedüz zevk alıyordu, kahkahalar atarak indi arabadan. Yavaşça kapıyı kapadım ve önünde eğildim:

-Bu kadar zevzek olmana gerek yok, dedi ve yüzüme tükürükler saçarak kahkaha attı. Bu hareketine bozulmuştum ama çaktırmadım, bir beyefendi gibi davranmaya çalışırken onun böyle dalga geçmesi affedilecek şey değildi. Sonra daha da affedilmeyecek bir şey fark ettim: Bir kokoreççinin önündeydik. Yani benim 'evde yenilecek mis gibi yemek' hayâlim suya düşmüştü, tuzla buz olmuş, yanmış bitmişti. "Amına koyayım Nermin, amına koyayım senin." dedim içimden.

Kokoreçlerimizi yerken konuşulabilecek en boktan konular hakkında konuşuyorduk bir yandan da: Koşu dışında bir iş yapmayı düşünüp düşünmediğim, nasıl geçineceğim, yeterli parayı bulup bulamadığım... Nermin'in mavi gözleri gözlerimle çok seyrek buluşuyordu. Gecenin laciverti ayaklarımın altındaydı: Karşı kıyıda binlerce ışık vardı, uzak olduğum için bana güzel görünen ışıklardı bunlar. Sonra kendi ışıklarımızın aydınlattığı gökyüzü vardı, bu gökyüzünde de yine kendi ışıklarımızın gizlediği güzel yıldızlar vardı. Ben ise burada, bir sokak ışığının altında, çırılçıplak kaldırımda, çok konuşan bir kadınla karşılıklı oturmuş kokoreç yiyordum, tanrım, ne kadar çok toz vardı bu koca şehirde!

Anahtar delikte iki tur döndükten sonra, kapıyı omzumla ittim ve nihayet eve girmiştik. İçerinin karanlığı apartmanın koridorunu, dışarının ışığı da evin karanlığını boğuyordu. Boğmaca. Önce ben girdim, sonra Nermin hanım teşrif ettiler. Bir daha beyefendi gibi davranmak yoktu, buna karar vermiştim.  Nermin tiz sesiyle "ehihihihi" diye gülerek girmişti içeri. Hiç alkol almamışken böyle davranması garipti, demek ki bir kadını böyle bir durumda güldüren şey alkol değil, evine bir erkeğin girmiş olmasıydı; içilen şeyin mohito mu yoksa ayran mı olduğu önemsizdi.

Sırtımda taşıdığım bombayı -hangi sporcuya sorsanız, terli çamaşırlarının bir bomba olduğunu söyleyeceklerdir- kapının kenarına attım. Nermin "şşt! Ahmet uyanacak!" dedi. Ahmet de kimdi? Bu saatte burada ne işi vardı? Bu ev Ahmet ve bana yeter miydi? Madem uyanmaması lazımdı, Nermin neden eve anırarak, kahkahalarla girmişti? Ahmet'in komşunun oğlu olduğunu öğrendim, bu gece burada kalacakmış, annesi yok muymuş neymiş. Nermin'in yaptığı işgüzarlığı fark edince ben de kahkahayı bastım, Ahmet umrumda değildi. Ahmet diye çocuk mu olurdu hem? Ahmet diye adam olurdu.

Sonra Nermin'in odasına gittik. Bir anda susmuştu, az önce gülen bir kediydi, şimdi ise çok ciddi bir kısrak gibiydi. Ciddi de olsa, hatta daracık bir kıçı bile olsa kısrak kısraktır. Kapıyı arkamızdan çektim ve kendimi yatağa attım, çok yorgundum. Bu enerjiyle ne kadar iyi bir iş çıkarabileceğimi bilmiyordum. Öyle çok gerinmiştim ki, bütün eklemlerim yerlerinden çıkıp tekrar yerlerine girmişlerdi. Karşımda soyunan kadının yüzüne karşı esniyordum. Yanıma geldi, üzerimdekileri teker teker çıkarttı. Beyefendi olmak yoktu, ona yardım etmeyecektim kıyafetlerimi çıkarırken. Tamamen çıplak kaldıktan sonra tekar düşündüm, beyefendi olmak yoktu. Üzerine çıktım. En büyük bendim, beyefendilik yapmayan, kaba saba ama yine de en büyük.

Nermin'in kesik soluklarının arasında her nasıl olduysa başka soluk sesleri de duydum. Kafamı çevirdim, Ahmet yatağın hemen yanında duruyordu:

-Ne yapıyorsun burada bacaksız? dedim.
-Sadece sesinize uyandım, ben..
-Tamam, şimdi git ve yerine yat, ya da televizyon izle, bu saatte güzel belgeseller oluyor.

Ahmet gözden kaybolmuştu. Nermin bana kızgın bakışlarla bakıp yataktan çıkmaya çalıştı, fakat ben boğazından tutup yatağa yapıştırdım. Neden kızıyordu ki, beni eve getirip benimle sevişme fikri benim miydi? Ben yalnızca görevimi yapıyordum.

Sertleşemediğim üç dakikanın ardından yaklaşık yirmi dakika sonra işimi bitirmiştim. Ben en iyisiydim, mükemmel bir koşunun ardından bir insanın performansı en fazla bu kadar olabilirdi. Nefesim bile bozulmamıştı, yataktan hızla çıktım ve gerindim. Nermin uykuya dalmıştı bile. Ben de üzerime donumu giyip yataktan çıktım, eğer çantamdaki pis şeyleri kirliye atmazsam, çantam da, kıyafetlerim de ölüp gideceklerdi.

Bir marş mırıldanarak koridora geldim. Işık açıktı, demek ki unutmuştuk kapatmayı ışığı, tıpkı kapıyı arkamdan çektikten sonra kapanıp kapanmadığına bakmayı unutmam gibi. Çantama bakındım, fırlattığım yerde yoktu. Sonra ellerimi belime bağlayıp etrafa bir göz attım. Salon? Kulak kesildim, televizyon sesi geliyordu.

Salona girdiğimde Ahmet'i kocaman gözlerle televizyona dalmış bir şekilde buldum. Arapça bir kanal açıktı. Sonra çantamı gördüm, hemen Ahmet'in ayaklarının dibindeydi. Sonra daha da dikkatli baktım Ahmet'e. Yaşıyor gibi değildi. Bir şeyi kemiriyordu. Daha doğrusu emiyordu. O şey... eee... benim atletimdi:

-AHMET? NAPIYORSUN? AHMET BIRAK ONU!

Tepki yoktu. Kulağının dibinde bağırıyordum ve kafasını çevirip bana bakmıyordu bile. Ne kadar süre bizi izlemişti bu velet?:

-Ahmet, bırak onu. Bırak dedim sana.

O kadar iğrençti ki, süt dişlerini atletime batırmış, salyalarıyla gecenin zaferinin özsüyunu, en boktan tarafını içiyordu. Bütün o ter, atlete yapışmış bütün o adrenalin ve testesteron küçük Ahmet'in ağzındaydı. Ahmet diye çocuk mu olurmuş lan?

Atlete yapışıp çektim. Ahmet de atletle beraber yere düşmüştü, dişleri hâlâ atletteydi. Çektim, çektim. Ahmet yerde sürünüyordu. Daha da sert çektim. Nafile, Ahmet'in çenesi kilitlenmişti. Sonra bütün gücümle, çığlık atarak bir kere daha çektim ve elimde atletle duvara fırlayıverdim. Kafamı çarpmıştım, atlette ise biraz kan vardı. Benim kafamdaki kan değil, Ahmet'in karanlıkta bile parıl parıl parlayan, tahminimce sallanmakta olan, atlette kalmış süt dişinin kanıydı bu kan.



Ahmet hayatımda gördüğüm en dayanıklı çocuktu, hastaneye kaldırılmıştı fakat ölmemişti. Atlette kalan dişlerinin yerine yenisi çıkmıştı, Nermin beni terk etmeden önce bir ara bunu bana söylemişti. O atletteki ter nasıl bir insanı öldürmez anlam veremiyorum.