17.9.12

Vururururu Civivivi Ciuuuuuvv

Her ne kadar dünyada tam olarak güvenli bir nokta olmasa da, yaşayacakken olmuş olanın en güvenlisinden istiyor insan, ölmeyeceğiz çünkü son ana kadar, benim aldığım her karton meyve suyunun sonu gibi olacak hayatımız, folloş edeceğiz alabileceğimiz son damlasını alana kadar. Her ne kadar -iki etti-  yaşamayı, yaşandığı kadar yaşamayı istemsizce gaye edinsek de, çok korunlaklı ama yalnız olmak istemez insan, kafayı yer. Düşünsenize lan, metalden, yer altında kocaman bir odadasınız, yemek falan hep var, temizsiniz, ortalık da tertemiz, virüs bakteri vb hiçbir şey yok, size mikrop bulaştırma ihtimalleri olacağı için başka insan da alınmamış, radyasyon yok, hiçbir şey yok, yalnızca siz ve gerçek hayattan koparılmış olan hayatçığınız var. Güzel değil di mi? Zaten o dediğimiz şey yaşamak değil, mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek bu dünyada, ama yaşamak asla değil. Yaşamak televizyonlardaki operatör reklamlarının "gencim, ooh kodum mu çocuu" gibi bişey sanki, yani onun kasıntı olmayanından düşünün, gündelik işler falan da var, her şey var.

Hiç o konuya girmek istemiyorum, bu sefer konu başka o yüzden şöyle bağlayayım hemen:

Her ne haltsa yaşamak, benim de uğruna yaşadığım şeyler, hayallerim var. Hayalleri olmayan insan mı olurmuş lan. Hayallerle yaşıyor gibi sanki bütün insanlar, bir saniye dahi boş durmayı bilmeyen beynin kafamızı meşgul eden gereksiz düşünceleri için bize özrü gibi hayaller, bağış gibi, kan gibi bir şey. Hayallerimi oturttuğum temel ise daha sağlam: Hedeflerim. Çok yoklar, küçük olanları saymıyorum, fakat hedeflerim benim "ne halt etmeye yaşıyorum?" sorumu sürekli olarak ertelememi sağlıyor, yardımcı, sonradan biçilmiş işe yararlık, sonradan eklenmiş bir kader. Kendi ellerimle eklediğim bir kader, kendi dünyam, kendi varlığım, kendi yalnızlığım. Bunlar beni ilgilendiriyor.

Ölüm ne zaman, neden, ne için? Nasıl vuracak, nereyi koparıp atacak? En korumayı akıl etmeyeceğim ayak bileklerimden mi, yoksa iki gözümün arasından, iki gözümü ve bütün yüzümü delik deşik edip cesedimi diğerlerinden farksız kılacak parçacıklar halinde mi? Bunlar da beni ilgilendirir, fakat bu soktumun sorularını hiç kendime sormadım. Belki küçükken sormuşumdur, bir de şimdi soruyorum işte. Zaten ölüm, kabullenmemiş bünyelerin bıkıp usanmadan gömdüğü ve çok alakasız zamanlarda üzerine basıp küçük yaralar aldığı, amatör bir mayın gibi. Kabullenmiş bünye bunu yaşamıyor, bunu biliyorum.

Lan ahahahahah çok komikmiş ahahahah
Her ne olacak, ne zaman olacaksa olsun buna ağlamak, sızlamak yersiz. Bir amaç biçmek en akıllıcası gibi gelmişti bana, hala da öyle geliyor, anlamımı anlamlı bulduğum şekilde yaratıyorum kara kalemle, ya da renkli tuşlarla.

Benim yolumun biraz da olsa üzerinde yürümüş olan insanları seviyorum, yürüyecek olanları daha çok seviyorum. Açık mavi aydınlık gökyüzünün altında çiseleyen yağmurla ıslanan hafif çamurlu bu yolu seviyorum, beni yolcu yapan şey bu yol. Benim düştüğüm ve düşmemeyi öğrendiğim bu yolda tökezleyen insanlara elimi uzatıyorum, uzatacağım da. Farklı yollardaki insanlarla o kadar yakınlaşıyor ki bazen yolum, bazen sadece incecik bir çimenden çizgi kalıyor arada, bazen de hiçbir şey kalmıyor ve hemen sağ elimi uzatıyorum, ona uzanıyorum ve beraber yürüyoruz, tıpkı şu günlerde olduğu gibi, beraber, düşmeden, sadece tökezleyerek.

Şöyle de salak bir dörtlük yazayım hemen:


Sonsuzluktan bahsediyorsun

Ben gölgeleri göremem ama
Yaşarken ölen insanlar gördüm
Her şey devam ederken

2 yorum:

  1. Ölünesi güzellikteki yazına ilaveten en sona eklediğin 'salak' dörtlük sanırım salak kavramımı biraz değiştirdi. Favorim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu güzel iltifatın için teşekkür ederim, sağlıkla kal, okumaya devam et :D

      Sil

Buradan yorum yapabilirsin: