25.9.12

Kış Henüz Gelmedi

Hareketli şeyler var gözlerimin önünde. Resim gibiler, belki de bir iki resimden ibaretlerdir gerçekten de. Özellikle çekilmiş, parlak kuyruklu ışıkların olduğu şeyler, karanlıkta yaşamak gibi pasparlak yeşilleriyle yuvarlaklar çiziyorlar. Bir bisikletin arkasından sarkmış kapşonlu tişört gibi, kimin beline bağlı ise bu neşeli havada gözlerimizi odakladığımız manzarada o kadar saçma ki o kapşonlunun bisikletin arka tekerleğine sürtünüşü, görüntüden silmek cinayet işlemek gibi olacaktır, o yanlışlığa alıştıktan sonra bir anda her şeyin pespembe olması -üstelik hava açık maviyken- hoş olmayacaktır. Kalbim piyano tuşlarıyla hunharca oynayan veledin parmaklarının yaratıcılığı ve ilk defa sevişen bir adamın coşkusu gibi atıyor, bir garip, bir güzel. Bazen garip bu güzellik, bazen bir neyzen nefesi kıvamında, olması gerektiği gibi büyülü.

Tren raylarında kaybetmiş olmalıyım seni. Bu kadar büyük hüzün tren raylarında olabilir çünkü, gerisi fasa fiso. Siyah beyaz ve yağmurlu bir tren rayı, üzerinde de eski bir trenin çektiği vagonlar olmalı, mevsim sonbahar olmamalı ama ben sonbahara yormalıyım bu hüznü ilk seferinde. Bir sonbahar sabahında her zamankinden erken kalkmış ve bir şekilde gözyaşlarıyla bir kaldırıma bakıyor olmalıyım geçmişte, bundandır griyi hep o tanıdık acıya yormalıyım. Hiç suçu yokken sonbaharı suçluyor olmalıyım muhtemelen, yağmurların kaybettiklerimizin ruhlarının fısıldadığı sözcükler olduğunu unutmuş, saygısızlık ediyor olmalıyım, kulağıma fısıldadıkları şeyler beni eritse bile, onları dinlemiyorumdur, dinlemiyor olmalıyım.

Soğuk rüzgarların sırtımı okşadığını unutuyorum sık sık, yaşadığım bütün bu karmaşayı, keşmekeşi bir bilinmeyenmişim gibi alıyorum hep, en ucundan, sonucu bulmanız için sadeleşmeliyim. Asla çözülmeyecek sorunun arananıyım ben, yaz sıcakları yaklaştığında bir kenara attığın test kitabının ücra bir köşesinde yanmayı beklemekteyim. Seni beklemekteyim, yaşamımın her saniyesini kurulu olduğum mekaniğin getirisiyle sürdürmekteyim. Sanki varoluşumun bir amacı varmış gibi, sadece tek bir amacım varmış gibiyim. Sarıldıkça özlüyorum köprücük kemiğini.

Beynimle çizdiğim yabancıyı gözlerimi bir noktaya diktiğimde görecekmişim gibi kandırıyordu ya beynim beni, sanki kendi gözlerimle bir anlam bulacakmış gibiyim şimdi de. Cansız iki kan torbasında umudu arar gibiyim, kendi kalbim var iken hem de. Önce bunu, sonra da kalbimdeki umudun yarım olduğunu öğrenmeliyim, diğer yarısı için sağ yanımda bir başka kalp atışı daha duymak gerektiğini öğrenmeliyim en sonunda. En sonunda ölmeliyim.

Baştan başlamayı çok sevdim hep. Her baştan başladığımda da aynı beyinle farklı bir şeyler yaratabileceğimi düşündüm, eskisinden çok daha farklı. Hep bir bahçedeydim yaratmaya başlarken, toprak ve türkü kokardı hiçbir kokusu olmayan çiçekler. Bir de çöl çiçeği vardı, bir kumul koyda, hayatımın en büyük görsel mutluluğunu ve apaçık hüznünü veren koyun insanı üzen güzellikteki kumlarında bitmiş, o küçük kum çiçekleri. Bir tanesini senin adınla mühürlemiştim ve geri dönüş yolunda kaybettim onu, asla tam olarak ait olmadığı deniz suyunda şu an, şişip en azından denizin kumuna ulaşmayı bekler.

Biraz da keman var gibi sanki gözlerinde, dudaklarında, öpüşünde.

Kafamakdaki tek işçi aylardır seni kusursuzca çizmeye çalışmakta. Uyumayı bırakalı çok olmuş, askerler yeminini bozduğundan beri ayakta duruyor, şikayet etmeden yalnızca çiziyor seni; ben ise burada yazmaya çalışıyorum ve asla çizemeyeceğim, asla beni ayakta tutan şeyin hakkını veremeyeceğim. Ne zaman çizmeye çalışsam saçları aynı olmayacak. Beni ayakta tutan şeyin saçları ellerimin eseri değil, şüphesiz.

Daha ölecek çok günümüz var, kış henüz gelmedi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buradan yorum yapabilirsin: