30.5.12

Ritmik Hüzün


Geceydi ve şehrin üstüne günah çarşafı çekilmişti. Sokaklar tekinsizdi fakat kendine has, beyni uyuşturan bir kokusu vardı, ne iyi ne de kötü bir kokuydu bu, neden uyuşturduğunu bilemezdim beyinleri çünkü beynim uyuşuk olurdu, düşünemezdim.

"Geceler en büyük soluktur," derdim hep, "iyi olan gecedir çünkü ona kaos'u görecek gözlerini nazikçe kapar, sen sadece derin bir soluk alırsın ve görmezsin." Bazen duygularımı sıçardım boş kağıtlara, insanlar bunlara şiir derlerdi, güzel derlerdi. Çok da umrumda değildi benim, şaheserime son kez bakar, kafamın sifonunu çeker ve unuturdum düşüncelerimin posasını. Kullanmadığım bu şiirleri parayla satmayı asla istemedim, insanların en azından artıkları tekrar ve tekrar ellerine almalarını hak etmeyecek kadar değerli olduğunu düşünürdüm çünkü, işte bu yüzden insanlığı değersiz bildim, kendilerini değersiz kılan değerli ruhlar olarak tanıdım hep.

Ben unutulmaz olmayı isteyen insanlardan olmadım. Ölüm hayatı tatlı kılan bir pastel çizgiydi ve pastel çizgiyi görmemiş insanların bilemeyecekleri tek şeye karşı çıkmaları saçma geldi bana. Huzur ölüm müydü peki? Henüz ölmedim ama ölüm olmasını umuyordum. Bu dünyada benimle nefes alan çirkinlikler varken huzur büyük bir ayıptı.

Herkes bir tanrı arıyor ve herkes tanrısını farklı yerlerde arıyor. Meditasyonlar, haykırışlar, dualar. Hepsi kendilerini bulmak için derler, haklılar, çünkü insanın tanrısı ve en değerlisi yine kendisidir, tanrıya şükür kendi tanrım olmak gibi adaletsiz bir huyum yok.

Görmeden yazarım onca şiiri. Hayat bir mozaikten ibaret, hiçbir zaman göremedim, bazen körlük dumanaltı, bazen bir sis ve sesi çıkmasın diye ağzı sıkıca kapatılmış bir ölüm. Hiç görmedim, bazen görür gibi oldum ve bu sanrıları mantık denen mantıksızlıkla kelepçeleyip karaladım sayfaları. Hiçbir zaman da görmeyi istemedim hayatı fakat hep denedim, bilirdim gerçeği tüm çıplaklığıyla görmek ya gözlerimi tamamen kapatacak ya da ışığıyla beraber heyecanını tamamen çekecek yüzümden, fakat annesinden korkan bir çocuk gibi bile bile giderdim peşinden gerçeğin. İronik, aslında bulamadığımız gerçeği yürekten inanarak anlatırız insanlarımıza ve biraz daha kör ederiz gözlerimizi.

Bir ışık yok olur bütün masallarda ve mumlarla gidilir ışığın peşinden, sonunda da bulunur kayıp ışık. Mantığımın yoklukla tatlı dansı beni hiçbir zaman olduğum benden uzaklaştırmadı, çünkü ışığı ararken asla bastığım karanlığı yok saymadım.

Bir hayat tutardım sağ elimde ve sol elimdeki şey sürekli değişirdi hayatın kararlılığına inat. Sol elimdeki enteresanlıklar hep ilgimi açık tuttu ve bir saniye olsun kaçırmadım bu keşmekeşi fakat benim kadim dostum kör noktamdaydı ve beni ben yapan unuttuklarımdı, tıpkı ihtiras ve gerçeklik gibi.

Acıyı hiçbir zaman aramadım çünkü gözlerimin önünde hep bir başka örneği vardı bu koyu yeşil bağımlılığın.  En büyük düşman en çok sözü geçen değil, ebedi suskunluğuna rağmen kesin olarak kabul edilen ve bilinendi, ben de düşmanımı karşıma alırken bir parça düşmanlımla bütünleştim, yara izlerim o doldu. En güçlü ejderhayı öldürmek için yola çıkmış bir hayalperest şövalyeydim ve insanlar sapıkça bir hırsla, kendilerine zarar veren o ejderhanın beni kül edişini görmek istedi.

Dünya çok büyük bir yerdi ve bu dünden bugüne söylediğim tek isabetli söz, tek sürekli uyanıştı. Her insan en tepesi için uğraştı fakat her biri unuttu ki en tepede olmak mutlu olmak değil, tek kişilik sivri yamaçta yalnız olmaktı.

Güneş doğmak üzere, ve ben hala sıçmadım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buradan yorum yapabilirsin: