28.4.12

Seçilmiş Piç


Pesimist biri değilim ben. Sadece son zamanlarda iyi şeyler söylemek bana dokunuyor. Alerji gibi düşün bu aksiliğimi, kaşıntısı var iyiliğin, düzgünlüğün. Allah kahretsin ki yapamıyorum kaşımadan, ara ara kaşıyorum, bundandır hiç bir insan aksiliğimi ve pisliğimi ciddiye almıyor. İyi şeyler ile aram iyidir. Zaten iyi şeyler arası iyi olunması gereken şeylerdir, iyiyi iyi iyi yapar, iyinin yanında bir kötü iyiyi kokutur, değiştirir. Basit cebir.

Kanamanı izlemek iğre., sadece yapamıyorum, kapatamıyorum göz kapaklarımı. Bakışlarımı kaçırmanın çok korkakça olacağını söyleyip duruyorum kendime, sanki gözlerimi sana dikip acı çekmek bir çareymiş gibi. Orada durman hoşuma gitmiyor değil, senin son anlarını izliyor olmak hoşuma gitmiyor değil... Acı çekiyorum fakat acıtan şey tatlı ve beni çağırıyor. Ölümünü, çaresizlikten ses bile çıkaramayışını görmek garip bir şekilde yapış yapış tatlı işte. Sapık ve hastalıklı olduğumu kimselere söyleme, olur mu?

Ben öleceğim, bunu biliyorum. Ölürken senin gibi bakacak mıyım acaba? Senin kadar çaresiz, senin kadar korkak olabilecek miyim? Sessizce karşılayacak mıyım ölümü, ya da eğer sükuneti bozarsam dayak mı yiyeceğim?

Karanlığın kulakları olmadığını fark ettim. Eğer kulakları varsa da çok vurdumduymaz bir şey karanlık. Binlercesini içine çektiğini, öldürdüğünü, nefeslerini tuzla buz ettiğini ne inkar ne de itiraf ediyor. Aptal. Kafasını tutup duvarlara vurasım, bir ses çıkarana kadar dövesim geliyor; ya da asla konuşamayacak olana kadar. Belki de karanlık sadece boşluktur, bilinmezlik, yokluk... Peki ya karanlıkta  sen, karanlıkta dans? Hayır hayır, daha farklı...

Bir noktayı atlıyorum. Bir nokta, ve bulacağım ölmeden.


Sen orada, hemen karşımda özgürsün, fakat acı çekiyorsun. Ben ise burada tutsağım, fakat bir acım yok, yalnızca kuruntularım var. Özgürlük sorumluluk gerektirir derler, acı sorumluluksa ölmek sorumsuzluk mudur?

Seni izlemek hoşuma gidiyor.

Bağırıyorum fakat kimse gelmiyor. Karanlık sağır ve dilsiz, üstelik pişkin, fakat insanlar, senin gibi özgür ve benim gibi sağlıklı insanlar neden duymuyor sesimi? Neden gelmiyorlar yardıma? Bir bıçak lazım bana, özgür olmalıyım ve sokmalıyım o bıçağı yardım istediklerimden birine. Sokmalıyım ki bıçağı, o bıçağın açmadığı ağızları açılmalı ve yardım için yalvarmalı. Fakat bunun için özgür olmalıyım, bu kağıt da çöpe gidiyor...

 Neden hala buradasın, bu pis yerdesin? Ben özgür değilim fakat sen özgürsün? Ah, ne diyorum ben, tabi ki tamamen özgürsün, benim tutsaklığımı paylaşmakta da özgürsün minik dostum. Burada ölmekte de özgürsün, fakat daha da özgür olsan, nerede ölmek isterdin?

Bir ses duyuyorum. Bir çok ses... Sıra sıra, adım sesi bunlar.

Sen ki küçük Don Kişot, umut dediğin yel değirmenleri görürsün rüyanda.

Ben hiçbir zaman kötü biri olmadım anlıyor musun? Belki sen kötüydün, belki kötü şeyler yaptın ve ölmeyi hak ettin ama ben ölmeyi hak edecek kadar kötü biri değilim. Cezası ölüm olan bir suçu vicdanının yorgun omuzları üzerinde taşıyan iyi bir adamım. İyi bir adamdım.

Adımlar köşeyi döndü. Son performansım.

Yalvarmak istiyorum tanrıya, dayanamasın da affetsin beni istiyorum, tıpkı annemin küçükken yaptığı gibi. Günün sonunda kurabiye benimdi o günlerde, fakat özgür değildim. Önümde koskoca iki gölge vardı ve bana ne yapmam gerektiğini söylerler, nasihat çekerlerdi. Günler ve yıllar geçtikçe ve benim salıverilme günüm yaklaştıkça özgürlüklerim artmıştı ve sonunda birden bam! Özgürdüm. Fakat ilk tutsaklığımın başından sonuna kadar, şimdi nefes bile alamayacağım o yumuşak yataktan omzuma konan ve para veren o baba elinin beni bıraktığı güne kadar mutluydum tutsaklıktan çünkü tutsaklık bir güvenceydi. Şimdi ise yine tutsağım ve burada tanrı olmadığına emin olduğum insanlar bana atacağım adımları söylüyor ve gülümsemiyorlar bile, bazen de dövüyorlar, bu yüzden yalvarmak yok. Bu güvence, sonumu bilmek, kötü hissettiriyor çünkü sonu kesin olan filme verilen para, harcanan nefes bir kayıptır. Ama ağlamak ayıptır, çünkü bilsen de yokmuş gibi davranılır son, ve artık sonundayız, ağlamak boşuna.

Adımlar parmaklıkların önünde durdular. Şimdi gözlerim boşluğa bakmıyor.

Gördüm seni minik dostum. Kapandı gözlerin sonunda, durdu kanaman, kaskatı kesildin. Benim küçük, tüylü dostum. Onurlu bir fare olarak yaşadığını söyleyeceğim cennetteki herkese, eğer gidemezsem de cehennemdekilere söyleyeceğim, oraya da gidemezsem kolumdan tutan gardiyanlara söyleyeceğim, anlatacağım şanını. Bıraksınlar beni, ben yürürüm bu yolu, zaten ezbere biliyorum, her gece rüyalarımın süsüdür bu yol. Tek kişilik, sefil bir hayatlık saltanatımın son bulduğu tahtıma oturacağım ve elektriğin düşüncelerimi de yakıp yok etmesini dileyeceğim dostum.

Ben deli değilim ama sen bir faresin.



4 yorum:

  1. ölüm keşke bir hastalık olsa, ilacı olsa... bilim, neden bu kadar yavaş ilerliyorsun?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o zaman ölümsüzlük demode olurdu ve insanlar ölmeyi isterdi belki, kim bilir?

      Sil
  2. ama bi elli yıl sonra bu olacak , kim ölmeyi ister ki?( hastalıklı düşünceler hariç!)

    YanıtlaSil
  3. who wants to live forever,when love must die

    YanıtlaSil

Buradan yorum yapabilirsin: